Kur’ân’da Ashâb-ı Kirâm
ASHÂB HAKKINDA İNEN BIR KISIM ÂYETLER
Allah’tan (gelen) bir rahmetten ötürü (Ey Muhammed!) sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, kesinlikle etrafından dağılırlardı. Onları affet, onlar için mağfiret dile, iş hususunda onlarla istişare et! (İstişareden sonra) Karar verdiğinde de Allah’a güven! Muhakkak ki Allah, kendisine güvenenleri sever. (Âl-i İmran: 159)
Siz ona yardım etmeseniz de Allah ona (Muhammed’e) muhakkak yardım eder. Hani sadece ikiden biri olarak kâfirler onu çıkardığında, ikisi (Sevr dağındaki) mağarada iken (“Müşrikler ayaklarının dibine baksalar bizi görecekler” diye endişelenen) arkadaşına şöyle diyordu: “Sakın hüzne kapılma! Elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah da ona sakînesini indirmiş, onu sizin görmediğiniz (melekten) ordularla desteklemişti. Küfre sapanların da kelimesini (şirk dâvâlarını) alçaltmıştı. Allah’ın kelimesi (şehadet kelimesi) ise en yüce olandır. Allah üstündür, hikmet sahibidir. (Tevbe: 9/40)
Muhammed (s.a.v) Allah’ın Resûlü’dür. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli (çetin) ve kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükû ve secde edenler olarak görürsün. Onlar Allah’tan bir lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. İşte onların Tevrat’taki vasıflan (budur). İncil’deki vasıflarına gelince; (onlar) bir ekin gibidirler ki filizini çıkardı. Derken onu güçlendirdi, kalınlaştı ve gövdesinin üstüne dikildi. (Ekinin böyle gelişmesi) ekicilerin hoşuna gider. (Allah) Onlarla (müslümanları çoğaltıp gürleştirmekle) kâfirleri de öfkelendirir. Allah onlardan iman edip, salih ameller işleyenlere (Ahiret’te) mağfiret ve büyük mükâfat va’detmiştir. (Fetih: 48/29)
Onlar yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılmış buldukları o Resûle, Ümmi Peygamber (s.a.v.)’e (Muhammed’e) tâbi olurlar. O (Peygamber (s.a.v.)) onlara marufu (iyiliği) emreder, onları münkerden (kötülükten) nehyeder. Onlara tayyibâtı (temiz şeyleri) helâl, habâisi (kan, dumuz eti, rüşvet ve faiz gibi pis şeyleri) de haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları (olan bazı sorumlulukları) ve sırtlarında bulunan zincirleri (geçmişteki şeriatların ağır hükümlerini) kaldırır. Ona iman eden, saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber inen o nura (Kur’an’a) tâbi olanlar var ya! İşte onlar felaha erenlerdir. (A’raf: 7/157)
Andolsun ki Allah (savaşa katılmamak için izin isteyenlere müsaade ettiğinden dolayı) Peygamber (s.a.v.)’e ve içlerinden neredeyse kalbi kaymak üzere iken güçlük saatinde Peygamber (s.a.v.)’e tâbi olan Muhacirler ve Ensar’a da tevbe nasib etti. Ve sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir. (Tevbe: 9/117)
Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişi’nin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü tüm genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Nefisleri de kendilerine dar gelmişti. Allah’tan yine Allah’a sığınmaktan başka çıkar yol olmadığını anlamışlardı. Allah, tevbelerini kabul için onları tevbe etmeye muvaffak kıldı. Muhakkak ki Allah tevbeleri çokça kabul eden ve çokça esirgeyendir. (Tevbe: 9/118)
(Ey Resûlüm!) Andolsun ki Allah o ağacın altında (Hudeybiye’de ölünceye kadar Kureyşlilerle savaşacakları hususunda) sana biat ettikleri zaman mü’minlerden razı olmuştur. Allah onların kalplerindeki sadakatlerini bildi ve onlara sekine (huzur) indirdi. Ve onları yakın bir fetihle (Hayber’in fethiyle) mükâfatlandırdı. (Fetih: 48/18).
Yine onlara alacakları birçok ganimetler bağışladı. Allah üstündür, hikmet sahibidir. (Fetih: 48/19)
Muhacirlerden ve Ensar’dan daha önce geçenlerle, (Bedir’de şehid olan ya da vefat edenlerle), onlara güzelce uyanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah’tan razı oldular. Allah onlara altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük zafer budur. (Tevbe: 9/100)
Ve (bu ganimet malları) fakir muhacirlere aittir. O muhacirler ki Allah’tan bir fazl ve bir hoşnutluk aramaktadırlar; Allah ve peygamber (s.a.v.)’ine (mal ve canlarıyla) yardım etmekte iken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte onlar sadıkların tâ kendileridir. (Haşr: 59/8)
Muhacirlerden önce (Medine’yi) yurt edinenler ve imana sarılan kimseler (ensar) kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden ötürü gönüllerinde bir istek duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerinden üstün tutarlar. Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte kurtulanlar onlardır: (Haşr: 59/9)
Allah kelâmının en güzelini (âyetlerinin biri diğerine) benzer ve tekrarlanmış bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların ondan (bu Kitap’tan azap âyetleri okunduğu zaman) derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (yönelerek) yumuşar. İşte bu Allah’ın hidayetidir. Onunla dilediğini hidayete eriştirir. Allah kimi saptırırsa artık ona hidayet edecek yoktur. (Zümer: 39/23)
Bizim âyetlerimize ancak, âyetlerimiz hatırlatıldığı zaman büyüklük taslamadan secde etmek üzere yere kapananlar ve hamd ile Rablerini tesbih edenler iman ederler. (Secde: 32/15)
Hiçbir kimse, işlediklerinin karşılığı olarak kendileri için gözler aydınlığı olacak (nimetlerden) nelerin saklandığını bilmez. (Secde: 32/17)
O (Allah) iman edip, salih amel işleyenler(in duasını) kabul eder. Lütfundan da onlara daha fazlâsını verir. Kâfirlere gelince; onlar için şiddetli bir azap vardır. (Şûrâ: 42/26)
Göklerin, yerin ve bunların içinde (yaratıp) yaydığı canlıların yaratılışı da O’nun (kudretinin) âyetlerindendir. O dilediği zaman onları (tekrar) toplamaya kadirdir. (Şûrâ: 42/29)
(O) mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözünde sadakat gösteren nice erkekler vardır. İşte onlardan bazıları (Allah yolunda şehid olarak) adadığını yerine getirdi. Bazıları da (şehid olmayı) bekliyor. Onlar (sözlerini) hiç mi hiç değiştirmediler. (Ahzâb: 33/23)
Ki Allah doğruluk gösterenleri sadakatlarından ötürü mükâfatlandırsın. Münafıklara gelince; (Allah dilerse) onlara azab eder, dilerse tevbelerini kabul eder. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. (Ahzâb: 33/23)
Yoksa o (inkâr eden kimse), Ahiret’ten çekinip, Rabbinin rahmetini umarak gece saatlerinde secdeye kapanan, kıyamda iken (gecenin saatlerini) ibadetle geçiren kimse (gibi) midir? (Ey Rasûlüm!) De ki: “(Allah’ı veya ilâhî gerçekleri) Bilenlerle bilmeyenler hiç bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt ve ibret alırlar. (Zümer: 39/9)
Kur’an’dan Önceki Kitaplarda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve Ashab’ın Zikredilmesi
– Abdullah b. Amr b. As (r.a.)’la bir araya geldiğimizde, ona
‘Bana Allah Rasûlü’nün Tevrat’ta geçen sıfatlarından haber ver’ dedim. O da:
‘Peki vereyim’ dedi ve sözlerine şöyle devam etti: ‘Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber (s.a.v.) Tevrat’ta Kur’an’daki sıfatlarıyla vasıflandırılmıştır:
“Ey Peygamber (s.a.v.)! Kesinlikle seni şahid, müjdeci, uyarıcı ve ümmîler için sığınak olarak gönderdik. Sen benim kulum ve resûlümsün. Sana ‘mütevekkil’ ismini verdim. Sen katı ve kaba bir kimse değilsin. Çarşılarda gezip tozan bir kimse de değilsin. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, fakat affeder, bağışlarsın”. Allah Teâlâ yoldan çıkmış olan millet Lâilâheillallah deyip düzelinceye kadar onun ruhunu kabz etmeyecektir. Onunla kör gözler, sağır kulaklar, perdeli kalbler açılır”[1]
Vehb b. Münebbih şöyle dedi: Allah Teâlâ Zebur’da Davud (a.s.) kuluna şöyle vahy etti: “Ey Davud! Senden sonra ismi Ahmed ve Muhammed (s.a.v) olan bir peygamber (s.a.v.) gelecektir. O sâdık ve seyyid bir kimsedir. Hiçbir surette ona gazab etmem, o da hiçbir surette beni öfkelendirmez. O bana isyan etmezden önce onun geçmiş ve gelecek günahını affetmişimdir. Onun ümmeti merhamete mazhar olmuş bir ümmettir. Peygamberlere verdiğimin bir benzerini nafilelerden onlara verdim. Nebîlere ve resûllere farz kıldığım farzları, onlara farz kıldım ki onlar kıyamet gününde bana, nurları peygamberlerin nurları gibi gelsinler… Ey Davud! Ben Muhammed (s.a.v.)’i ve ümmetini bütün milletlerden üstün kıldım”[2]
– Abdullah b. Amr (r.a.), Kâb (r.a.)’a “Bana Hz. Muhammed’in ve ümmetinin özelliklerinden haber ver” deyince, Kâb “Onları Allah’ın Kitabı’nda (Tevrat’ta) tavsif edilmiş olarak şöyle buluyorum: Ahmed (s.a.v.) ve ümmeti çokça hamdeden kimselerdir. Onlar her hayrın ve her şerrin karşılığında Allah’a hamdederler. Her yükseklikte Allah’ı tekbir ederler Her konakta Allah’ı tesbih ederler. Onların gök kubbesindeki seslenişleri onlar için bir uğultu, namazlarındaki sesleri bal arısının taş üzerindeki sesi gibidir. Meleklerin saf tuttukları gibi onlar da namazda saf tutarlar. Namazlardaki saflar gibi savaşta saf tutarlar. Allah yolunda savaşa çıktıklarında melekler önlerinden ve arkalarından giderler. Ellerinde keskin mızraklar vardır. Allah yolunda bir safta hazır bulunduklarında Allah onlara neşr kuşlarının yuvalarına gölge yaptığı gibi gölge yapar. (Kâb bunu söylerken eliyle işaret etti). Onlar hiçbir zaman kaçarak savaşa sırt çevirmezler”[3]
– “Onun ümmeti hamdeden kimselerdir. Her hâl üzere Allah’a hamdederler. Her yükseklikte Allah’ı yüceltirler, tekbir getirirler. Güneşi gözetirler. Beş namazı vaktinde eda ederler. Mezbelelikler üzerinde bulunsalar da üzerlerine izar giyerler. Açıkta kalan âzalarını abdest alarak yıkarlar”[4]
[1]Ahmed (Ata b. Yesar’dan); Buhari, (Abdullah’tan); Beyhaki, (İbn Selam’dan); İbn İshak, ‘Ka’b’ul-Ahbar’dan); Beyhaki; (Hz. Aişe’den muhtasar olarak)
[2]Bidaye, 2/326.
[3] Ebu Nuaym, Hilye, (Said b. Ebi Hilal’den), 5/386
[4] Ebu Nuaym, (Kab’dan başka bir senedde ve daha uzun olarak)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/25-26.
[1] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/19-24.