Mi’râc Kandili
Miraç Kandili
Miraç Kandili, 26 Receb’i 27 Receb’e bağlayan gecedir.
Cenâb-ı Allâh’ın emriyle Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) “Burak” adı verilen semâvî bir binek ile bu gecede Mescîd-i Harâm’dan, Mescid-i Aksâ’ya gitmiştir. Yolculuğun başlangıcını, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz şöyle anlatmışlardır: “Ben Kâ‘be’de, Hicr-i İsmâîl’de, uyku ile uyanıklık arasında bulunduğum bir sırada, bir de baktım; Cibrîl (a.s.) bana Burak’ı getirdi.” Böylece başlayan yolculuk bir gece içinde tamam olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.) Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namâz kılmıştır. “Bana peygamberler gösterildi; onlara, imâm olarak namâz kıldırdım” diyerek Mescîd-i Aksâ’daki namâzı ta‘rîf etmişlerdir. Sonra yine Cebrâil (a.s.) ile birlikte semâya yükselerek “Sidretü’l-müntehâ” denilen kısma geldiği zamân Cebrâil (a.s.), Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e: “Yâ Resûlallâh! Artık ben ileri gidemem. Eğer bir parmak ileri gidersem yanarım. Daha ilerisi Allâh’a ve Habîbine âiddir” demiştir. Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.v.) “Refref” adı verilen vasıta ile bu ulvî seyahâta devam ederek arş, kürsî, cennet, cehennem gibi varlıkları seyretmişlerdir.
Resûlullâh (s.a.v.)’in mi‘râcı hicretten bir sene veyâ on sekiz ay evvel vukû‘ bulmuştur. Hicret, rûh ve cesetle berâber gerçekleşmiştir. Ebû Seleme (r.a.) der ki: “Mi‘râc, İsrâ vak‘âsı üzerine müşrikler fitne buhrânına düşerek âdeta deli gibi oldular. Ebû Bekir (r.a.)’in yanına koşarak Resûlullâh (s.a.v.)’in; İsrâ’ya dâir verdiği haberi Ebû Bekir (r.a.)’e söylediler.” Ebû Bekir (r.a.) de onlara: “Muhammed (s.a.v.)’in doğru sözlü olduğuna kanâatım vardır. Bu kanâatımı size de bildiririm.” dedi. Müşrikler: “Demek Muhammed (s.a.v.)’in bir gecede Mescid-i Aksâ’ya gidip sonra dönüp geldiğini sen de tasdîk ediyorsun?” dediler. Ebû Bekir (r.a.) de: “Evet tasdîk ediyorum. Değil böyle, bundan daha ziyâde uzaklarına da, meleklerin gökten haber getirdiklerine de inanmışımdır.” dedi.
Mİ‘RÂC GECESİNDE KILINACAK NAMÂZ VE OKUNACAK DUÂ
Receb-i şerîfin yirmi yedinci gecesi on iki (12) rek‘at namâz kılınır. Her iki rek‘atta bir selâm verilir. Her rek‘atta bir (1) Fâtiha ve on bir (11) İhlâs okunur. Namâzdan sonra yüz (100) def‘a salevât-ı şerîfe ve şu duâ okunur:
اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِمُشَاهَدَةِ أَسْرَارِ الْمُحِبِّينَ
وَبِالْحِلْوَةِ الَّتِي حَسَّنْتَ بِهَا سَيِّدَ الْمُرْسَلِينَ.
حِينَ أَسْرَيْتَ بِهِ لَيْلَةَ السَّابِعِ وَالْعِشْرِينَ
أَنْ تَرْحَمَ قَلْبِيَ الْحَزِينَ وَتُجِيبَ دَعْوَتِي
يَااَكْرَمَ الَْكْرَمِينَ. آمِينْ
“Allâhümme innî es’elüke bi-müşâhedeti esrâri’l- muhibbîne ve bi’l- hılveti’lletî hassente bi-hâ seyyidi’l- mürselîn. Hîne üsriyet bihî leylete’s- sâbi‘ı ve’l-ışrîne en-terhame kalbiye’l- hazîne ve tücîbe da‘vetî yâ ekrame’l- ekramîn. Âmîn!”
Türkçe Anlamı:
Ey Allâh’ım! Sevdiklerinin müşâhade ettiği sırlar hürmetine, Peygamberlerin Efendisi (s.a.v.)’e Receb’in 27’sinde, O (s.a.v.)’i Mekke’den Mescîd-i Aksâ’ya yürüttüğün gecede ihsan ettiklerin hürmetine hazin kalbime merhamet eyle. Ey ikrâmı bol olan Allâh’ım! Duâma icâbet et. Âmîn!
RECEBİN YİRMİ YEDİNCİ GÜNÜ VE GECESİ İBÂDETLERİ
Hasan-ı Basrî (r.a.) anlatmıştır: “Abdullâh b. Abbâs (r.a.) Recebin yirmi yedinci günü sabahından i‘tibâren i‘tikâfa girerdi. O, öğle vaktine kadar namâz kılardı. Öğle namâzını kıldıktan sonra biraz istirahât eder, sonra (dört rek‘at) namâza durur: Her rek‘atta; bir Fâtiha, üç Kadir sûresi (İnnâ enzelnâhu fî leyleti’l-kadr), elli (50) İhlâs sûresini (kul hüva’llâhu ahad), bir Felâk ve bir Nâs sûresini okuyarak kılardı. Sonra ikindi vaktine kadar duâ ederdi. İbn-i Abbâs (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.)’in böyle yaptığını da söylerdi.”
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilmiştir: Resûlullâh (s.a.v.): Recebin yirmi yedinci günü oruç tutan kimse için, Hâkk Te‘âlâ, altmış ay oruç tutmuş sevâbını yazar. Ve o gün Nebî (s.a.v.) üzerine Cebrâil (a.s.)’ın Allâhü Te‘âlâ tarafından peygamberlik vazîfesini indirdiği ilk gündür.” buyurdular.
Öyle ise bu gecede kazâ namazı olan biraz kazâ namazı veya nafile namaz kılmalı ve Kur’ân-ı Kerim okumalıdır. Günâhlarını düşünerek tevbe istiğfâra devam etmeli, Peygamber (s.a.v.)’e Salavât-ı Şerîfe’yi fazlaca getirmeli, zikir, tevhid, duâ ve niyazda bulunarak bu gecenin nurundan ve feyzinden istifade etmelidir.
(Abdulkâdir Geylâni (k.s.), Gunyetü’t-Tâlibîn, s.272)